21 Eylül 2008 Pazar

Gavs S.AbdulHakim (ks) den Sohbetler-9

Tatlı şeylerin cazibesi arıları nasıl çekerse, arılar bir sevk-i tabiiyle ellerinde olmadan tatlı şeyin arkasına nasıl uçuşurlarsa, Nakşîbendi nisbeti de aynen onun gibi. İnsanın elinde, dilinde ve ilminde olmayan Allah tarafından verilen bir nimettir. Verilen nimet belki şeyhinde bulunmaz.Nisbet kalblere tasarruf eden Rabbü’l-Âlemin tarafından verilir. Taraf-ı İlahî’dendir. O, kime murad ederse, sâdâtı kiram da mecburen ona verirler, kendi istek ve ihtiyarları ile değil. Eğer kendi istek ve ihtiyarları ile olsaydı, Gavs kendi çocuklarına verirdi. Halbuki Seyda-i Tâği’ye verdi. Seyda-i Tâği de kendi oğullarına vermedi. Eğer kendi elinde olsaydı oğluna verirdi.Mevlânâ Hâlid (K.S.A) in dörtyüz halifesi vardı. İçlerinde üç halifesini, itiraz ettikleri için merdud etmişti. Malûm, akşam namazından sonra eller aşağıya indirilir,“Allahümme ecirnâ minennâr veedhilnel cenneh…”denir. (Veedhilnel cenneh…) denirken eller yukarıya doğru kaldırılmaz. Bu üç hulefa (Veedhilnel cenneh…) derken ellerini kaldırırlarmış. Şeyh Mevlânâ Hâlid bunun bid’at olduğunu ikazını yapınca onlar, her ne kadar bid’at iseler de bid’at-i hasenedir, diyerek devam ederler. Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid onları merdud eder. Onlar da kalkıp Mevlânâ Hâlid’in Şeyhi, Şeyh Abdullah-ı Devlevi’ye afları için iltica ederler.Şeyh Abdullah Dehlevi onlara : “Vallahi, benim yanımda bir şey kalmadı. Bütün nisbeti Hâlid aldı götürdü” der, “siz buraya boşuna gelmişsiniz. Peygamber (A.S.V) ümmetine hizmet nisbetle olur. Bendeki nisbeti de hep Hâlid götürdü, bende bir şey bırakmadı” cevabını verir.Nisbetin gelişi su terazisine benzer. Hangi taraf yüksek ise o tarafa kayar. Sâdâtın nisbeti de böyledir. Rabbü’l-Âlemin kalblere bakar. O herkesi tanır. Münasip gördüklerine verir, ilmi, fesahatı olana değil.Gavs-i Hizani’nin (Sibgatullah Ervasi) ilmi pek yoktu. Ancak Şermuniye isimli kitaba kadar okumuştu. Ama şeyh Hâlid-i Öğleki gibi bir âlim onun yanında hizmet ediyordu. Gavs ata binerken Şeyh Hâlid-i Öğleki sırtına basması için gelir, önünde eğilirdi. Demek ki işi ilimle değil. İlimle olsaydı Şeyh Hâlid-i Öğleki’de olması icap ederdi. Çünkü çok âlimdi. Gavs’a ders verecek kadar âlimdi. Gavs bile ona Seyda diye hitap ederdi. İlmini sorduklarında “kendime nefis yapmayayım ama dünya üzerinde ilim kalmasa ben kendi ilmimle yeniden kurabilirim” derdi.Eğer nisbet ilimle olsaydı bütün nisbetin onda toplanması, kimseye bir şey kalmaması icap ederdi.Sâdâtın nisbeti Allah tarafından verilmiş, bir rahmet, bir hidayettir. Bu Ümmet-i Peygamber (A.S.V) içindir.Gavs-i Hizâni çok nadir sohbet ettiği halde, manevi tasarrufundan dolayı etrafında daima şaşılacak kadar, büyük bir kalabalık bulunurdu, cezbe ve muhabbet ise asla eksilmezdi.Bir gün sohbet etmek için Gavstan müsaade alan oğlu bir saat kadar sohbet edip vaaz ve nasihat verdiği halde hiç kimsede cezbe ve hareket eseri görülmez, ses çıkmaz. Sohbet bitip de Gavs haydi namaz için kamet getirin deyince cemaattan bir feryad ve figan kopar. Cemaat birbirine karışır. Oğlu : “Ben işi sohbette zannediyordum. Manevi tasarrufta olduğunu bilmiyordum. Sâdâtın himmeti manevi tasarruflaymış. Ben zahiri zannederek sohbet etmekle bir tesir icra edebileceğimi düşünmüştüm. Halbuki hiç de öyle değil. Ben nerde, Gavs nerede?” der.Şeyh Abdurrahman Tâği (K.S.A) vefat edeceği zaman Hazret çok üzülür, çok ağlar. Hazrete niye ağladığını sorunca, şu cevabı alır : “Efendim, insanın babası büyük bir tüccar olur da onun mirasından istifade edemezse ondan daha acı şey olur mu?” Seyda : “Doğru söylüyorsun ama ben seni başkalarının oğlundan ayırt etmedim. Başkasının oğlu yanımda nasıl idiyse sen de aynı durumdaydın. Aranızda fark gözetip sana özel muamele yapmadım. Diğerlerinden ayırmadım seni. Fakat Şeyh Fethullah seni başkalarından ayıracak” diye cevap verir. Bir işaret gösterir.Seyda, oğluna halifelik vermek istemez miydi? Tabii isterdi. Ama onun elinde değildi ki. Ancak Şeyh Fethullah’ı işaret edip, o sana özel muamele yapacak, dedi.İnsanın nefsi olduğu müddetçe bir şey öğrenemez. Suya atılan taş, ağır olduğundan hemen suyun dibine batar, fakat hafif bir şey suya atıldığı zaman çökmeden suyun üstünde kalır. Suyun akıntısına uyarak mesafe kat eder, menzil alır. Ama taş öyle değil. Su ne kadar derin olsa da suyun dibini bulur, batar. Hafif olan şey ise üstte kalır.İnsan da böyledir. Nefsi olduğu müddetçe yerde sürünür, yükselmez. Hep yerle bir seviyede kalır. Nefsi taş gibi ağır olduğundan ondan menfaat de görülmez.Suyla ateş bir arada durmadığı, birbirine zıt olduğu, birbiriyle imtizaç etmediği gibi, Allah yolu ile nefis de imtizaç etmezler. Bir arada olmazlar. Çünkü biri birine zıttırlar.Nefis devamlı olarak Allah’ın emirlerine muhalefet, günah işlemek, Allah’ın tâât ve ibadetine karşı olmak, kibirli ve azametli olmak ister. Kimsenin kendisinden üstün, akıllı olmasını istemez. Her üstünlüğün kendisinde bulunmasını ister.Rabbü’l-Âlemin de böyle isteklerden, bu gibi şeylerden razı değildir. Onun için Allah yolu, Allah’ın hoşnutluğu, nefsin istekleriyle bir arada olmaz. İkinden birinin tercihi ile diğerinin feda edilmesi lâzımdır. Çünkü ikisi birbiriyle bağdaşamazlar.İnsan nefsle devamlı harb halinde olmalı, nefsin dizginlerini elden bırakmamalı, onun galip gelmemesi için çok hassas davranmalıdır.İnsanın gayesi, Paygamberin (A.S.V) Şeriati, Rabbü’l-Âlemin’in yolu olmalı, bütün hareketlerini buna göre ayarlamalı, nefsin yuvası olan vücudun rahatını düşünmemeli, gevşek hareket etmemelidir. Peygamber (A.S.V) Şeriatının yolundan ayrılmamalı, o yolu takip etmelidir. Her kim vücudun rahatını, keyfini düşünerek hareket ederse, o kimse nefsi tarafından helâke sürüklenmiştir. Böyle kimseler nefislerinin elinden esir gibiydiler. Bilinmelidir ki nefisten daha büyük düşman yoktur. Nefsin arzusu, isteği, insanın imanını helâke götürmektir.Nefis dünyada rahatlık istemekle, âhirette insanın ebedi, Cehennem azâbı görmesine sebep oluyor.Nefsin düşmanlığı çok büyüktür, Fir’avn, Şeddâd, Kârun gibilerin felâketlerine nefisleri sebep oldular. Çünkü büyüyen nefisleri, büyük iddialara kalkıştılar. Kendileri boş bir dava güttüklerini, ilâh olmadıklarını ve Allah’tan uzak olduklarını bildikleri halde, nefislerinin Allah’lık davasına boyun eğdiler. Çünkü nefisleri o kadar büyümüştü ki, kendilerine hakim olmuştu.Nakşîbendi Tarikâtının, Sâdâtın en büyük faydası, nefsi yok etmektir. Nakşîbendi zikirleri, letâifler hep nefsi yok etmek içindir. Nefsini yok edip onu teslim alan kimse, ancak Allah’ı tanıyabilir. Bu da Allah tarafından bir İlâhi lütufla mümkündür. Hidayet verici, Hâdi, Rabbü’l-Âlemin’dir. Hidayet Allah’ın elindedir. İnsana düşen sadece vazifesini yapmaktır. Eğer Rabbü’l-Âlemin hidayet etmek isterse, sebep halk edip hidayetini verir. Şayet hidayeti yoksa bir hadise onun hidayet olunmamasına engel olur.Öyle kimseler vardır ki amellerini tamamlayıp, çalıştıkları halde, Allah’ın Keremine mazhar olamazlar. Bazıları da vardır ki Allah’ın Keremine hemen mazhar olurlar.Rabbü’l-Âlemin insanı iyi bilir. O insanın ruhunun derinliklerini bilir. Onun için insan uyanık olmalı, emeğini boşa çıkarmamalıdır. Hani bir söz var. “Sarı inek gibi olma” derler. Öyle ya sarı inek müsaade eder sütünü sağdırır. Sonunda bir tekmeyle hepsini döker. Emeği de böylece boşa gider.Şeytan da öyle yaptı. Allah’a beşyüz sene yerde ve gökte tâât ve ibadet etti. Bir günahla dergâhtan atıldı. Çünkü Rabbü’l-Âlemin onu kâfirlerden sayıp ebedi olarak lanetlemiş oldu. Şeytanın böyle bir felâkete uğramasına, imanını kaybetmesine, amelini görmesi sebep oldu. Çünkü amelini görmekle kendinde nefis meydana geldi. Amellerini görmesi, amellerinin kendine zarar vermesine yol açtı.Adem peygamber ise, amelini değil de günahını gördü. Gördüğü günahı yüzünde tövbe, istiğfar etti. Rica ve niyazda bulundu.Şeytanın amelini görmesi ile kendinde nefis hâsıl oldu, kibir oldu, nihayet bütün amellerin reddedilmesine sebep oldu.İnsanın amelini görmemesi, hep günahlarını görmesi lâzımdır. İnsan bir şey olmadığını bilmelidir. Hayrını, amelini değil, hep günahlarını devamlı gözünün önünde bulundurmalıdır. Çünkü insan amelini görünce kendinde nefis meydana gelir, nefsi kabarır.

Hiç yorum yok: