20 Nisan 2014 Pazar

HAYAT NEDİR?

“Hayat nedir?” sorusu, tarih boyunca insanın içinde bulunduğu yaşamı keşfetmek gayesiyle, sık sık üzerinde kafa yorduğu, akla uygun cevap aradığı sorulardan biri olmuştur.

Yaşadığı dönemin ilim ve irfan sahipleri tarafından, aklın ve gönlün aydınlatıcısı olarak tanınıp hürmet gören, Sadat-ı Nakşibendiyye’nin büyüklerinden Hace Yusuf Hamedani rahmetullahi aleyhi de, kendisine yöneltilen ‘hayat nedir?’ sorusunu, tafsilatlı bir şekilde cevaplandırmış; Sadat-ı Kiram’ın hayatı hangi nazarla gördüklerini müminlere açıklamıştır. 

Halifesi Abdülhalık Gücdüvani rahmetullahi aleyhinin kaleme aldığı ‘Rutbet’ul Hayat’ adlı eser sayesinde, Hace Yusuf Hamedani’nin ‘Hayat nedir?’ sorusuna karşılık buyurduğu sohbet niteliğindeki cevabı, günümüze kadar ulaşmıştır.

Cevaplamadan önce soruyu soran kişiye “Allah muvaffak etsin” buyurarak, duada bulunan Hace Yusuf Hamedani, akıl ve gönül ehlinin ortak kanaati olarak; avunup teselli olan varlığa ‘canlı’, canlının bu avunma haline de ‘hayat’ adı verildiğini ifade etmektedir. 

Hace Yusuf Hamedani bu kısa açıklamadan sonra, aklı ve gönlü Rahmani iklimlere taşıyan feyiz dolu sohbetine devam eder. “Ancak her canlının teselli olma ve huzur bulma makamı farklıdır. İnsan da teselli arayan bir canlı olarak arayış içerisindedir ve aradığı teselli her ne ise onunla yaşamakta, onunla hayat bulmaktadır.” 

‘Kıymetin, teselli aradığın şey kadardır’

Yusuf Hamedani hazretlerinin bu açıklaması, diğer veliler tarafından da bir ölçü kabul edilmiş ve insanın teselli için aradığı her ne ise onunla kendisine değer biçileceğini beyan etmişlerdir.

“Bu hakikate göre; dünya metaı ile avunup teselli bulan bir insan, Âdemoğlunun hayat dereceleri içinde en düşük ve en aşağı seviyesindedir. Zira dünya metaının varlığı ile teselli bulma makamı, hayvanlara ait bir makamdır. Hâlbuki insan, kendisine verilen akıl, gönül, irade, dil, anlayış gibi hasletlerle ilahi emaneti yüklenerek, Allah-u Teâla tarafından yaratılanlar arasında en şerefli ilan edilmiştir. 

Mahlûkatı idare elbisesi insana giydirilmiş, ilim ve idrak tacı insanın başına konulmuş, ibadet ve kulluk yazısı insanın alnına çekilmiş, göklerde ve yerde insanın adı dostluk ve muhabbet ile meşhur edilmiş, bütün mahlûkat içinde 124.000 peygamberle, sadece insan Hakka davet edilmiş, kutsal kitaplar sadece insan için indirilmiş ve Cenab-ı Hak tarafından sadece insan muhatap alınmıştır. 

Kendisine bağışlanan bu muazzam şerefe rağmen, aşağı derecedeki canlıların avundukları ile avunarak, Allah’ın kendisine emanet ettiği ilahi onura leke süren kimse, hayvandan daha aşağı bir dereceye düşmektedir.

Kendi hakiki konumu ve derecesini düşünmeksizin; yeme, içme, eş bulma, barınma gibi hayvanların teselli olup avunduğu şeylerle mutlu olup avunan bir kimse, Allah’ın ‘And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezinmesini sağladık (İsra, 70) hitabındaki izzet kemerini ve tacını unutmuştur. Ayette buyrulan ‘Şüphesiz onlar hayvanlar gibidir, belki daha da aşağıdırlar (Furkan, 44)’ kelamının manası bir kamçı gibi gönlüne iner ancak dünya ile teselli olan kimse acısını ve sızısını hissetmez.

Dünya’ya aldananın kıymeti düşer

Kuran-ı Kerim’de dünya metaı ile avunan bir kimse için dünya ile ilgili yapılan ilahi ihtarda; “Bu dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Al-i İmran, 185) buyrulmaktadır. Aldanış, dünyanın peşin olan maddi yüzüne karşı iradesizlik göstermek, hırs ve tamah ile dünyaya yönelmek, ahiret vaadini uzak, zor ve meşakkatli görmektir. 

Cenab-ı Hak, insana ahiret makamını hatırlattığı ayette; “Oysa ahiret daha hayırlı ve ebedidir. Bu söz, önceki kitaplarda, İbrahim ve Musa’nın kitaplarında da vardır.” (A’la, 119) buyurarak, ahiret vaadinin daha önceki ümmetlere de hatırlatıldığını ferman buyurmuştur. Bu iki hitaptan ilki, kalpten dünya sevgisi ve arzusunu çıkarıp gönlü dünya metaına karşı duyduğu heyecandan kurtarmakta; ikincisi kalbi gerçek makamına, ahiret yurduna özendirerek, Allah’a çevirmektedir. 

Öyle ise insan, Yaratıcısının kendisine bahşettiği şeref ve övgülere layık bir hal üzere yaşamalı; belirli bir zaman yaşaması için geldiği dünyada, niyetini Allah’ın rızası için düzeltmeli ve neyle teselli olup avunduğuna dikkat etmelidir. 

İnsanın ne ile teselli olup avunması gerektiğini, aklı ve fikri, ilahi vahiyle yükselten Hace Yusuf Hamedani rahmetullahi aleyhi yine Allah-u Teâla’nın Kuran’da ferman buyurduğu bir ayet ile açıklamaktadır: 

“Onlar inanmışlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşmuştur. ‘Dikkat edin; kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.’ (Ra’d, 28) buyrulan ilahi buyruğa göre, dünya metaının tesellisi ile yaşayan bir insanın gönlü, elindekinin geçici ve yetersiz olmasından ötürü tatmin olmayacak, kalbi huzura kavuşamayacaktır. Zira kalp, yaratılışı gereği ancak Allah’ın zikriyle teselli olma makamındadır. Kalp niyetini Allah için düzelterek, Hak Teâla’nın zikri ve işi ile meşgul olan kimse ‘Mevla’sı ile yaşayan, hayat bulan insandır. Böyle bir tesellinin ve hayatın, bedeli ve benzeri olmaz.”

Hace Yusuf Hamedani rahmetullahi aleyhi kendisine sorulan ‘Hayat nedir?’ sorusunu cevaplarken, dünya metaına karşı istek ve iştiyakı kalpten çıkarmak noktasında yüksek bir züht anlayışını da ortaya koymuştur. Hace Hazretleri Mevla’sı ile teselli olan ve niyetlerini Hak adına tutan bir kulun, işlerinde Hakkın rızasını ve ölçülerini gözeterek hareket edeceğinden; dünya hayatını idame ettirmek için gerekli olan yeme, içme, evlenme, geçim sağlama gibi işlerinin Allah’a yakınlaşmakta birer vesile olacağını ifade etmiştir. 

Böylece kendisinin huzur bulup avunduğu ilahi makamı bilen bir kimse için, bu vesilelerin Hakka yakınlaşmakta birer fırsat, birer ilahi ikram olduğunu bildirmiştir.

Hiç yorum yok: