20 Nisan 2014 Pazar

HER DERDİN DERMANI HİZMET…

 
Ağlatan mektup… 

“Herkesin bir derdi var benimki hepsinden maada.” dermiş eskiler.

Bir sofi kardeşimiz gelmişti; elinde ağzı kapalı bir zarf, uzattı mahcup ve kısık bir sesle: “Seydam, bu mektubu bir sofi kardeşimiz gönderdi, çok sıkıntıları varmış, sözlü olarak iletememiş. Benden özellikle rica etti, bu mektubu size ulaştırmamı istedi” dedi.

Seyda Hazretleri tebessüm ederek sofiye baktı, sonra bana döndü. Tebessüm ediyordu. O anda, içinden geçenleri bilmeyi, kalbinde esenleri bilmeyi çok arzu ettim…

Başka bir bakış ve başka bir mana vardı simasında. Karşısındaki kişi ne kadar mahcupsa o, ondan kat kat daha fazla şefkatle bakıyordu.

Onun en önemli özelliği; yanına gelen her insan kıymetli ve saygı değerdir. Onun yanında herkes sevilmeye ve sevmeye layıktır. Yanına gelen insanlara öylesine sevecen saygılı ve şefkatli davranır ki, onun yanında, kendinizi dünyanın en önemli insanı, Allah-u Zülcelal’in en sevgili kulu gibi hissedersiniz.

Tekrar mektubu getiren sofiye döndü: “Oku bakalım ne yazmış.” Dedi, yine tebessüm ederek.

Bir tebessümüne bir ömür ister gibisin yar,
Seni sevdim seveli güldüğüm mü var?


Diyor şair.

Şair! Benim Seydamı görmedin mi? Görseydin, onun yanında mimiklerin tebessüm etmez belki ama kalbin, kendi içinde sessiz mutluluk çığlıkları atmaktan yorulurdu…

Sofi, elindeki ağzı kapalı zarfı açarak içindeki kâğıdı çıkardı. İçinden, arkalı önlü doldurulmuş iki sayfa çıktı. Seyda Hazretleri, tamamen doldurulmuş sayfaları gördüğünde tekrar tebessüm ederek; “Epey çok yazmış garip!” Dedi, tekrar bana bakıyordu. …

Sofi mektubu okumaya başladı. Her satırında, öylesine duygulu ve titrek bir sesle okuyordu ki ben kendi kendime: “Bu mektup herhalde bu okuyan sofinin; kendi anlatamadıklarını yazmış” diye geçirdim içimden…

Mektubun satırlarında ilerlerken sofi, artık gözyaşlarını da tutamıyordu. Mektupta yazılanlar, maddi ve manevi sıkıntılarını anlatıyordu ama okuyan başka okuyordu. Hüzünlü bir hikâye, sonunda ayrık olan bir destan, kalbi kırıklar için yazılmış bir şiir gibi okuyordu.

Yaklaşık on beş dakika süren mektup okuma süresince, ne okuyanda ne de bende hal kalmamıştı. Mektubu okuyan, her satırını gözyaşıyla sularken, ben de hemen yanı başında, gözyaşlarıma kendi kalbimde mektuplar yazıp, Seyda Hazretlerine sunuyordum.

Biz gözyaşlarına boğulmuştuk… Öyle ki mektubu okuyanın ne okuduğunu dahi anlamıyordum artık, ama ağlamaya devam ediyordum. Muhtemelen okuyanda ne okuduğunu anlamıyordu ama artık her satırda ağlamak bize düşerken, yine şefkat nazarıyla bakıp bizim halimize tebessüm etmek de Seyda Hazretlerinin işi idi.

‘Mektubu okuyan getirenden daha dertli!’

Mektubu okuyan sofi bir ara, bir göz atımı kadar süre Seyda Hazretlerine bakıverdi, onun tebessümle kendisine baktığını gördüğünde, sessiz sessiz ağlayan sofi, bir anda hıçkırıklara boğuldu. Mektubu okumayı bıraktı ve artık sadece ağlıyordu. Ben bu durum karşısında bir an sessiz kaldım, ne bu durumu nede duygularımı anlayamıyordum.

Seyda Hazretlerine baktım, o tebessüm ve şefkatle hala sofiye bakıyordu. Ben de o halin etkisine kapıldım, artık ben de tebessüm ediyordum. Kendi kendime, “Dur bakalım, sofi ne kadar sürdürecek?” dedim. Bir müddet sonra, sofi de ağlamayı bırakmış ve tebessüm ediyordu.

Ortamda sessizlik hâkim oldu. Mektup bitmiş, ağlamalar kesilmiş öylece bekliyorduk…

Seyda Hazretleri bir müddet hiçbir şey demedi, o sessizliğin içinde kendi kalp atışlarımız duyar gibiydik. Seyda Hazretleri:
- Arkadaşınıza selam söyleyin, Allah-u Zülcelâl onun sıkıntılarını gidersin, ferahlatsın, dünya ahiret sıkıntılarına şifa versin inşallah, dedi ve sonra devam etti:

- Allah-u Zülcelâl senin de dünya ahiret sıkıntılarını gidersin, kendi razı olacağı şekilde yaşamak nasip etsin, dedi.

O anda sofi, tekrar annesini pazarda kaybetmiş çocuk misali çığlıklarla ağlamaya başladı. Artık öylesine ağlıyordu ki yüzü avuçlarının arasında iki büklüm vaziyette hıçkırıklara boğuluyordu.

Ben nazikçe uzanarak, omuzlarından tutarak kalkmasını sağladım ve koluna girerek dışarı çıkardım. Tekrar içeri geldiğimde, Seyda Hazretleri tebessüm ederek:
- Arkadaşının mektubunu getirmiş ama mektubu okuyan mektubu yazandan daha dertlidir, dedi.
- Görüyorsun işte, kimin derdi yok ki? Kim bu dünyaya sıkıntısız gelmiş de sıkıntısız yaşıyor ki? Diye devam etti...

Sıkıntılardan kurtulmanın çaresi; Hizmet

“Efendim, bu sıkıntılarımızdan kurtulmamız için ne yapmak lazım acaba? Evet, herkes sıkıntılı, herkesin hem maddi ve hem de manevi birçok sıkıntısı var ama ilacını bilmiyoruz?” Diye sormak istedim ama cesaret edemedim.

“Ben de mektup yazayım” diye geçirdim içimden, sonra bu düşünceden kendimi kurtarınca, ben güldüm. O sırada Seyda hazretleri:

- İşte… İnsan bu dünyanın sıkıntılarından da ahiret sıkıntılarından da kurtulmak için Allah Yoluna hizmet edecek, Emri bi’l Ma’ruf yapacak, dedi. Ben bu kez cesaretlenmiştim.

“Allah yoluna hizmet etmek, Emr-i bi’l-Ma’ruf yapmak ilaç ama insanların dünya meşguliyetleri, ev durumları, eş durumları, iş durumları bunlara sürekli engel oluyor, bu engelleri aşıp da hizmete kendisini veremiyor.” diye söylemek istedim ama sadece:
- Sultanım ona da gücümüz yetmiyor, diyebildim. Seyda Hazretleri:
- Tabi ki kimsenin gücü yetmez, gücü verecek olan Allah-u Zülcelâl’dir. Bize düşen talip olmaktır.
- Sultanım nasıl talip olabiliriz? Diye sordum.

- Hz. Yusuf aleyhisselamı köle pazarına çıkarmışlar, satmak için. Hz. Yusuf’un güzelliğini gören koşmuş. Kimi, “Yüzlerce deve veririm” demiş. Kimi, “Ağırlığınca altın veririm” demiş. Herkes, ona akıl üstü pahalar biçerek almak için müşteri olmuş. Arkalardan cılız sesli ihtiyar bir kadın seslenmiş, “Bende talibim Yusuf’a” demiş. O kadına bakmışlar hem çok yaşlı hem de oranın en fakirlerinden bir kadınmış bu.

- Karşılığında verecek neyin var ki senin? Neyine güvenerek talip oluyorsun? Diye sormuşlar. O elinde duran bir yumak ipi göstermiş,

- Bununla talibim demiş. Tabi herkes gülmüş.
- Bunca insan altınlar, develer teklif ederken, senin bir yumak ipin ne iş görür? demişler. Kadın:
- Ben de biliyorum, Yusuf’un pahası çok ağırdır. Ama Yusuf bilsin ki ben de ona talibim, ben de müşterisiyim; bu yeter! Demiş.

Seyda Hazretleri devam etti... “İşte, insan, Allah-u Zülcelâl’in yoluna müşteri olmalı, talip olmalı; o imkânı da gücü de verecek olan Allah-u Zülcelal’dir” buyurdu.

Yine heyecanlanmıştım. Onun yanında hep heyecan duyarsınız…

İbadet ve hizmetler, her yeni vakit namaz ya da her yeni hizmet onun için sanki dünyanın yeniden oluşması kadar heyecan vericidir.

Siz de bu heyecana kapılır ve “Ben de varım bu yolda Rabbim! Ben de senin yolundayım Ya Rasulellah” diye içinizden, sessiz ama şeytanları çatlatan sayhalar atarsınız.

Ben de yine içimden sayhalar atarak ayrılıyordum huzurundan...
AHMET ÖZ

Hiç yorum yok: