30 Temmuz 2009 Perşembe

BİR DERVİŞİN ANILARI 4

ÜMİDİMİZ HEP OLACAK

İlla ölünce mi kıymet bilmeli?“Kendimi çok kötü hissediyorum!” Bu sözü, hayatımız boyunca kendi kendimize ya da bir arkadaşımıza, onlarca kez söylemişizdir. Hayatımız, her zaman, bahar aylarını andıran, tatlı kokuların yayıldığı, her taraftan çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıldayıp birbirlerine şarkılar söylediği, derelerin şırıl şırıl akıp balıkların neşe içinde suda dans ettiği ve kuzuların meleşerek dolaştığı yeşil çayırlara, kırlara benzemeyecek elbette. Bazen rüzgâr tersinden esecek, bazen de yağmurlar yağacak, seller gidecek, kara bulutlar gönlümüzü kaplarken, kalbimizde şimşekler çakacak. Umutlar, yerini umutsuzluğa bırakacak ve kendimizi farklı, yılgın, bezgin ve kötü hissettiğimiz anlar olacak hayatımızda.İşte, ben de o gün kendimi çok kötü hissediyordum. Konya’ya gitmekte olan otobüse bindiğim andan itibaren, gönlümü bir burukluk kaplamış, hayatımın en zor anlarını yaşıyor gibi hissediyordum. “Ne olacak benim halim?” diye geçirirken içimden, yanımda oturan elli yaşlarında bir bey bana baktı:— Yolculuk nereye? Diye sordu.“Bilinmeyene doğru” demek istedim bir an, ama o adam ne bilirdi ki benim içimdeki duyguları ve şu an yaşadığım muammanın ne manaya geldiğini, yâda neden anlamasını bekleyebilirdim ki…— Konya’ya, dedim kısaca. Adam: — Hayırdır? dedi. Yani “neden gidiyorsun?” diyordu. Ben, “İçimdeki fırtınaları dindirmek, Bezm-i Elest’te Rabbime verdiğim söze sadık olamadığımın acısını, bir nebze olsun hatırlamak, kim bilir belki de her şeye yeniden başlamak ve tövbe etmek için ‘Rabbim senden özür diliyorum’ diyebilecek cesareti bulabilmek için gidiyorum” demek istedim ama adamın bana bakışlarından bu meselenin hiçte onu ilgilendirmediğini sadece nezaket olsun diye ‘Hayırdır?’ dediğin anladım.— Ziyarete gidiyorum, dedim. Adam bu kez biraz meraklı:— Ziyaret mi? Mevlana ya mı? Diye sordu. Ben yine daldım: “Evet, Mevlana’ya gidiyorum. Ama kendi zamanında anlaşılamamış, kıymeti bilinememiş ve öğütleri dinlenmemiş Mevlana’ya değil. Sanki “her şey yok olduktan sonra kıymetli” mantığıyla, ancak öldükten sonra kıymeti anlaşılabilmiş, yaşarken Mesnevi’sini okuyup rubailerini dinleyip; ‘Ey Mevlana! Bu rubaide ne demek istedin? Bize anlatır mısın?’ diye sorulmayan, Şems ile aralarında yaşananların sırrı bir türlü çözülemeyen ama asırlar sonra Mesnevi’sini okuyup onu ve onun penceresinden hayatı anlayabileceğimizi sanarak, ilgili-ilgisiz, cahil-âlim herkesin Mesnevisi üzerinde ahkâm kestiği Mevlana’ya değil. “Ne olursan ol yine gel” çağrısını, o yaşarken duymadığımız, şimdi ise bu çağrısına ‘maksatsız ve hedefsiz’ uyduğumuzu sandığımız Mevlana’ya değil. Halen hayatta ve bize gerçekleri anlatabilecek dili olan, Rabbimizin yolunu, bize yalın ve duru olarak anlatabilecek olan, tek işi ve gayesi, Allah yoluna hizmet olan, yani ‘Yaşayan Mevlana’yı ziyarete gidiyorum” demek istedim ama olmadı. İçsel konuşmalarımı duymayan bu adama, ne demeliydim ki:— Evet, dedim. Adam:— Allah kabul etsin. Valla siz ne kadar şanslısınız, biz doğduk doğalı Konya’dayız ama toplasan bir elin parmakları kadar gitmiş değiliz türbesine, siz taa nerelerden geliyorsunuz!” dedi. Bu cümleye hiç şaşırmadım. Mevlana’yı sağlığında anlamak ihtiyacı hissetmeyen bizler, şimdi neden bu çabanın içine girelim ki? Ve şimdi, günde üç vakit Mevlana Türbesi’ne gitsek ne manası var? Kendi dilinden duymadığımız nasihat ve sohbetlerini, şimdi manevi huzurunda, maneviyattan habersiz bir şekilde ve manevi kulaklarımız kapalı iken mi duyabileceğiz?— İnşallah siz de ziyaret edersiniz, dedim ve elimdeki kitabı açarak okumaya başladım. Böylece bu sohbete de son vermiş oluyordum.Sultanım tebessüm ediyor, ben ağlıyordumSeyda Hazretlerinin yanına vardığımda, akşam namazı olmuştu. Akşam namazını kıldık, namazdan sonra, ürkek kedi yavrusu gibi başımı öne eğerek, Seyda Hazretlerinin yanına gittim. O latif sesi ile:— Hoş geldin, dedi. Ben içimden:— Hoş buldum, dedim.— Nasılsın? Diye sordu. Ben:— Sultanım sağ olsun, dedim içimden. Sonra cesaretimi toparladım:— Sultanım ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum, dedim. O tebessüm etti:— Hayırdır neden? diye sordu. Ben:— Etrafıma bakıyorum, kendimden daha kötü ve zararlı bir insan göremiyorum, düzelmek istiyorum ama bakıyorum, yıllardır Sâdât’ın kapısındayım, daha bir adım ilerleme olmamış bende, dedim. O tebessüm ediyordu. Ben artık zembereği boşalmış saat gibiydim. Ha bire konuşmaya başladım. O tebessüm ediyor, ben ağlıyordum.— Sultanım, ben hakkıyla ne ibadet yapabiliyorum, ne zikir yapabiliyorum. Hayatıma bakıyorum, Sultanımıza duyduğum sevgiden, Peygamber Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğum sevgiden başka bir sermayem yoktur.O hala tebessüm ediyor. Ben hala ağlıyorum…— Zaten; insan kendi nefsine her zaman diyecek ki ‘Sen hizmet de ediyorsun, ibadet ve zikir de ediyorsun belki ama sen ey nefsim, gene de âdîsin, kötüsün!” Ona pay vermeyecek. Çünkü nefis kötülüğe meyillidir ama asla da umutsuz olmayacak. Çünkü Allahu Zülcelâl şefkat ve merhamet sahibidir. Zaten bizim Allah-u Zülcelal’e, Hazreti Peygambere ve Sâdât’a duyduğumuz sevgiden başka ne sermayemiz olacak?... Biz de bu sevgimize güveneceğiz ve ümidimizi yitirmeyeceğiz.Molla Abdulhalim’in hikâyesi Bir müddet sustu, ben:— Sultanım uzun yıllardır Sâdât’ın hizmetindeyiz ama yol alamıyoruz, geldiğimiz günle bu günü kıyasladığımda sanki daha kötüyüm, dedim. O yine gülümsüyor, ben yine ağlıyorum:— Gavs Hazretleri (Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni)’nin zamanında bir Molla Halim varmış. Bir gün Gavs Hazretlerine gelerek soruyor:— Gavs’ım, ben yıllardır bu kapıya hizmet ediyorum ama bakıyorum bir santim bile ilerleme olamamış bende. Hep aynıyım, benim sonum ne olacak? Diyor. Gavs Hazretleri:— Molla Halim, sen buraya geleli kaç yıl oldu? Diye sorunca, Molla:— On üç yıl, diyor. Gavs Hazretleri:— Peki, Molla Halim, sen ilk geldiğinde şu ağaçlar ne kadardı? Diye sorduğunda, Molla:— Boyları kısa, fidan gibi idi, diyor. Gavs Hazretleri:— Şimdi nasıllar? diye soruyor. Molla:— Büyümüşler, meyve veriyorlar Gavs’ım, diye cevap veriyor. Gavs Hazretleri:— Sen geldiğinde bu arazide ne vardı? Diye soruyor. Molla:— Bir şey yoktu, boştu, diye cevap veriyor. Gavs Hazretleri:— Şimdi?... Diye soruyor. Molla:— Şimdi her taraf bina doldu, bahçeler oldu güzelleşti, diye cevap veriyor. Gavs Hazretleri:— Molla Halim, demek ki hiçbir şey senin geldiğin günkü gibi değil, bir şeyler değişiyor, diye cevap veriyor. — Demek ki Ahmet, bir şeyler oluyor ama insan bunun farkına varamıyor. Nefsimize hiçbir zaman kibir gelmemesi için onu sürekli levmedeceğiz (eleştireceğiz) ve yaptığı ibadetlerden, hizmetlerden dolayı ucuplanmasına müsaade etmeyeceğiz ama asla ümitsizliğe de düşmeyeceğiz, sürekli olarak tövbe üzerinde bulunacağız, dedi. Ben Seyda Hazretlerinin yanında ayrılırken; o tebessüm ediyordu, ben ise hala ağlıyordum…

AHMET ÖZ
GÜLİSTAN DERGİSİ

Hiç yorum yok: