21 Eylül 2008 Pazar

Gavs S.AbdulHakim (ks) den Sohbetler-8

Çok zengin bir ağanın yanına kapılanmış ve ağanın teveccühünü kazanmış bir genç hiç gamlı olur mu? Ağasının iltifat ve teveccühlerine mazhar olan genç, şöyle düşünür : “Benim ağam çok zengindir, O kadar zengindir ki yüz ambar dolusu buğdayı vardır. Dolayısıyla açlık tehlikesi yoktur. Kızını da bana verecek, nikâhımızı kıyacak, artık benim için gam keder olmaması lâzım gelir. Bana uygun olan zevk ve sefa sürerek eğlenmektir.” Böyle şeyden daha güzel ne olur ki?Müslümanın durumu da böyledir. Ağasının zengin, bütün dünyaya hükmeden, kendisine ölüm olmayan, dünya ve âhiretin emrinde olduğunu bilen hakiki Müslümandan daha ferah kimsenin bulunması mümkün mü?Bu düşüncede, Allah yolunda olan kimseler, gamdan, fakirlik endişesinden uzak olurlar. Mahzun olmak, fakirlik endişesi içinde bulunmak ancak batıl din sahipleri içindir. Çünkü onların efendisi yoktur, çünkü onların sahipleri yoktur. Güçlü kuvvetli bir efendisi olan kimse de güçlü kuvvetli olur.Ne zaman ki bir kişinin efendisi Allah, Padişahı Rabbü’l-Âlemin olur ve o kimse efendisinin emrinden çıkmaz, O’nu kendine büyük olarak kabul ederse, gerçek zengin olan efendi yani Rabbü’l-Âlemin o kimseye dünyada, bağ, bostan; Cennette köşk, saray ve huriler verir. Bu durumda olan insan hiç mahzun olur mu? Bilâkis, bu nimetler karşısında sevinçli, keyifli olması icap eder. Fakat yönü Allah’a olmayanlar, Allah’a münkir olanlar, dalalette bulunanlar, dünya hayatı nasıl olursa olsun, sonunda Cehenneme gidecekler ve orada, yiyecek olarak da ancak zakkum bulabilecekler ve zakkum yiyeceklerdir. İşte böyle kişilerin ancak matemli olmaları uygundur.Zengin bir ağanın yanında bulunup da ağanın kızına talip olan genç, nasıl gam ve kederden uzak olarak: “Ben zengin olan bir ağanın kızını alacağım. Hem ağanın yüz ambar buğdayı vardır. Onun için açlıktan da endişe duymam bahis mevzuu olamaz” diyerek keyf ve sefa sürerek oynuyorsa, kendine Mevlâ olarak Allah’ı seçen kimse de hiç durmasın, kalksın oynasın. Evet insanın başı ne kadar darda kalıp sıkışsa da, ne kadar zahmet ve meşakkat çekse de, Mevlâsı Allah, Sâdâtı Nakşîbendi olduktan sonra o kimse için gam olmaz.İnsan hiçbir zaman rehbersiz kalmamalı, Sâdâtı Nakşîbendi’den bir evliya, “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” demiş. İnsan Mevlâsız, büyüksüz olamaz. Kendine bir büyük, bir mabud seçmesi lâzımdır ki o da ya Allah tarafından yahutta şeytan tarafından olur. Gerçekten böyledir. Gerçek bir yola bağlanmayarak açıkta kalanlar için tehlike vardır. Bakın Molla-i Cezire ne güzel demiş : “Büyüksüz olarak beyin huzuruna giden azarlanır.” Büyüksüz, reissiz işler yürümez.İnsanın mutlaka bir büyüğü vardır. Yönü Allah’a değil de günaha doğru olanların büyüğü nefs ve şeytan olur. Nefs ve şeytan böyle kimseye büyüklük yaparak onu küfre götürürler.Bir büyük almadan sakın beyin meclisine gitme. Şayet gidersen azar işitirsin. Büyüksüz, bey meclisine giden ancak azar işitir. Kalbi kırılır.Reisicumhurun huzuruna gidip bir dilekte bulunacak kimse için nasıl rehbere bir yol göstericiye ihtiyaç varsa, diğer yönde de öyledir. Rabbü’l-Âlemin’in huzuruna varmak için de bir büyüğe, bir Allah dostuna, bir vasıtaya ihtiyaç vardır. Vasıtasız olmaz.Peygamber (A.S.V) Rabbü’l-Âlemin’in yanında o kadar efdal olduğu halde, arada Cebrail (A.S) vasıta olarak bulunuyordu. Rabbü’l-Âlemin kendisiyle Habibi arasına Cebrail’i vasıta kılmıştı. Eshabı kiram için Allah’a ulaştıran vasıta Peygamber (A.S.V) idi.Hakikat de böyledir, vasıtasız olamaz. “Şeyhi olmayanın Şeyhi şeytandır” sözü bunun ifadesidir.Seyda’nın zamanında çok alim olan bir molla varmış. Oğlu da Seyda’nın müridi imiş. Fakat babası tarikat falan almamış. Bir gün oğlu babasına : “Babacığım, tarikatın çok faydası var. Gel beraberce Seyda’nın yanına gidelim, tövbe edip tarikata giriver” diye ne kadar rica etti ise, babası kabul etmemiş, gidip tarikat almaya yanaşmamış ve oğluna şöyle cevap vermiş: “Oğlum, tarikatın sadece iki faydası var. Birincisi zikirdir. Tarikat zikir talimatını, usul ve adabını öğretir ki, bu da hadislere göredir. Peygamberin hadis rivayetlerinden alınmıştır. Ben zaten onları biliyorum, yapıyorum.İkincisi ise sekerat zamanında şeytandan muhafaza etmektir. Ona da ihtiyacım yoktur. Çünkü Allah’ın Vahdaniyetini isbat edecek doksandokuz delilim var. Şeytan beni aldatamaz. Allah (C.C)’ın Hak olduğuna dair bunca delilim varken, şeytan nasıl benim imanıma musallat olup beni imansız bırakabilir. Buna imkân var mı? Dolayısıyla benim de Şeyhe ihtiyacım yok. Gelmiyorum” demiş. Böylece tarikata girmeyi reddetmiş.Nihayet aradan zaman geçmiş âlim baba hastalanmış, sekerata düşmüş. Oğlu, karısı, çoluk çocuğu başında bekleşiyorken, bir ara gözünü açarak oğluna : “Oğlum, vallahi Seyda’yı kaçırdım. Artık onu görebileceğimi hiç ümit etmiyorum. Sen gel oğlum, elini uzat, ben senin yanında tövbe edip Seyda’yı kendime Şeyh olarak kabul edeceğim” diyerek tövbe edip Seyda’yı kendine Şeyh olarak kabul ediyor.Oğlu soruyor : “Babacığım sen ne gördün ki hemen Seyda’yı Şeyhliğe kabul ettin” deyince, “olur söyleyeyim” diyor. “Az evvel şeytan geldi yanıma. Allah’ın Vahdaniyetini ispat edecek doksandokuz delilimin birisi müstesna hepsini çürüttü. Çok âlimdi şeytan. Artık cevap verecek tâkâtım kalmadı. Doksandokuz delilimden birisi kalmıştı elimde. O da beni küfürden koruyordu. Eğer Seyda ve Sâdâtı Nakşîbendi olmazsa benim durumum çok fenadır. Kurtuluşum yoktur.”Bir müddet sonra babasına tekrar sekarat hali geliyor. Bir miktar sekaratta kaldıktan sonra gözünü açıyor. Rahat, ferahlamış halde oğluna dönerek : “Oğlum diyor. Şimdi şeytan karşıma dikildi. Benden delil sormaya başladı. Tam o anda Seyda’nın ervahı hazır oldu orada. Şeytan Seyda’nın ervahını görünce kaçıp gitti. Seyda bana dönerek : (O lânetlenmiş münafık şeytandır. Şayet tekrar gelir ve senden Allah’ın Vahdaniyeti için delil sorarsa, ona de ki : “Benim, Allah’ı tanımak için delile ihtiyacım yoktur. Ben delilsiz olarak Allah’ı tanıyor, O’nun Hak olduğunu biliyorum”) dedi ve kayboldu. Seyda gidince şeytan tekrar gelip benden delil sordu. Ben de ona Seyda’nın öğrettiği şekilde : (Ey kâfir, dedim, Allah’ı ben delilsiz olarak tanıyorum.) Şeytan benden bu cevabı işitince, Sen, git Seyda’ya kurban ol. Yoksa elimden kurtulamazdın. Çok az kalmıştı imanını alıp seni küfür üzere gönderecektim) diyerek yanımdan uzaklaştı.”İnsanın yere yıkılmaması için, rüzgârlardan zarar görmemesi için, kendine sığınacak bir üstad bulması lâzımdır.Gövdesi sağlam, dal ve budakları sağlam bir ağaca ne kadar rüzgâr vursa da, bir şey yapamaz. Çünkü gövdesi sağlam ve dalları gür ve kuvvetlidir. Eğer ağacın gövdesi zayıf ve çürük olursa rüzgâr onu kolaylıkla yere yıkabilir. Nasıl ki zayıf ve kurumuş, sararmış bir bitkiye rüzgâr vurduğunda, her parçasını bir tarafa dağıtıp atıyorsa, insan da aynen öyledir. Çünkü insan çok zayıftır, çok kuvvetsizdir. Muhalif esecek bir rüzgâr onu kolayca yere yıkabilir. Ancak insan Sâdâtın dalına yapışır, himayesine girer, büyüklüğünü kabul ederse, Sâdâtın çizdiği yoldan giderse, esecek muhalif rüzgârlardan zarar görmez zayıf bile olsa. Çünkü kuvvetli dala yapışmıştır. İnsan ne kadar zayıf olsa da, Sâdâtın dalına, Gavs’ın, Hazret’in ve Seyda’nın dalına tutunduktan sonra, o asla yıkılmaz.Şayet insan hem zayıf ve hem de himayesiz olarak tek başına kalırsa esecek her rüzgâr onu kolayca yere yıkabilir. Çünkü insan nefs ve şeytanla tek başına mücadele edemez.Rabbü’l-Âlemin’in yanında, âlim, cahil, zengin ve fakir farkı yoktur. Hepsi mahlûktur… Hepsini o halk etmiştir.Allah, ancak yolunda giden, emirlerini tutan kimseleri sever ve onlardan razı olur.Yüzünü Allah’a döndürmeyen, yolundan gitmeyen kimse Allah’ın yanında makbul değildir. İster âlim, ister şeyh, ister ağa olsun. Her kim olursa olsun, insan ne yaparsa kendisi için yapmış olur. Rabbü’l-Âlemin’in hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hâşâ, o namaza, oruca muhtaç değildir.

Hiç yorum yok: